Sayfalar

5 Kasım 2014 Çarşamba

Adana’nın En Güzel Abisi : MUHARREM GÜLERGİN


Yıllardır Birinci Lig hedefiyle yola çıkan Adana Demirspor, rüyayı gerçeğe dönüştürmeye çalıştıkça “bayrak adam”ı olan Muharrem Abi’sini daha çok arıyor. Bense onu yerde ararken gökte bulan şanssız kesimdenim.

Çoğu kimse bilmez; bilenlerin birçoğu da kabul etmez Adanalı olduğumu. En başta ben kabul etmem sanırım. Bunun nedeni küçümseme, sevmeme gibi kolaya kaçılacak sebeplerle de açıklanamaz. Bu hissiyatın ardında bir yere ait olma fikrinin bana uygun düşmemesi ve o bağlayıcılığın yarattığı kısıtlamaların, özünde beni boğan şeyler olması yatar. Ne Adana kötüdür ne de İstanbul iyidir gözümde. Ama kabul etmek lazım ki oraları yaşanır kılan şey biraz da hikayelerdir. Küçük aidiyetler bile hayata tutunmanızı sağlarlar.

Küçüklüğümden itibaren büyükbabam sayesinde Fenerbahçe hikayeleri ile büyüdüm. Cihatlar, Lefterler, Canlar, Fikretler; Fenerbahçe marşını öğrenmeden önce bile aklımda yer edinmişlerdi. Küçük yaşlarda öğrendiğim bu büyük isimler, küçük abartmaların da yardımıyla daha da devleşmişlerdi. Yaz tatillerini geçirdiğim İstanbul’dan, okula devam ettiğim Adana’ya dönüşlerim ise yine bu hikayelerin etkisi altında gerçekleşirdi. 1995’te Adana içinde yeni taşındığımız evin, 5 Ocak Stadyumu’na iki dakikalık mesafede olması bile içine girdiğim bu hayal dünyasının duvarlarını aşamayacak gerçeklerdi. Halbuki çok sonraları öğrendim Muharrem Gülergin’in(nam-ı diğer “Fofo”) varlığını; biz taşınmadan üç ay önce hayatını kaybettiğini.

Adana’nın kendine has özellikleri içerisinde hayatımızın doğal parçası haline gelmiş unsurlar vardı. Hafta sonları insanların stadyumdan çıkışının yarattığı karmaşa ve odamı aydınlatan stadyum ışıkları, Seyhan Nehri’nin üzerinde bütün heybetiyle duran demiryolu köprüsünden ya da tren garından gelen belli belirsiz tren düdüğü sesleri, yazın sıcağından kaçan çocuklar için biraz olsun nefes bazen ise nefsi tüketen ölüm anlamına gelen sulama kanalları… Odamı aydınlatan ışık gibi Muharrem Abi de Adana Demirspor’u aydınlatmış; pas tutmaya başlamış demirlerin işlemesini sağlamış. Takım, 1940’ta kurulduktan sonra büyük bütçeli Milli Mensucat takımına kafa tutarken, 18 sezonda 15 şampiyonluk elde etmiş. Ama bu yerel başarılar şapkasını asmasına neden olmamış! 1954’te Türkiye şampiyonluğu kazanan takımın forveti olarak da rakiplere göz açtırmamış. Tüm dünya futbolunu kasıp kavuran WM sistemini takıma adapte etmiş. Yetmemiş bir maçın devre arasında 400 metre şampiyonluğu kazanmış. 1957’de futbolu bırakmasına karşın sadece yeşil sahayı terk etmiş; kulübeden ve yönetimden asla kopmamış. Çok sevdiği, neredeyse her branşına emek verdiği Adana Demirspor’da bir futbol mucizesine daha imza atarak 1973’te kötü başladığı sezonu şampiyon bitirerek mavi lacivertlileri bir kez daha Birinci Lig’e taşımış. Emek verdiği, üzerinde titrediği o takımın kaptanı da Fatih Terim’miş üstelik…

Seyhan Nehri üzerinden geçerken düdüğünü duyduğumuz o tren bizzat Muharrem Abi’ymiş. Öyle ya kendisine “56 binlik” derlermiş çünkü eski dönemlerde Devlet Demiryolları’nın en güçlü buharlı lokomotifi oymuş. Bu gücü sadece futbola harcamayan Muharrem Abi; yüzme, tramplenden atlama, su topu, tenis, masa tenisi, voleybol sporlarını da bizzat başarıyla icra etmiş. Bütün bunları kendi zevki olsun diye yapmamış; mahallelerden topladığı gençleri de spora teşvik etmiş. Önceliği Adanalı olmaya vermiş çünkü insan aslında kendisine en yakın kişiye el uzatabilir, ona yardım edebilir. O yüzden Muharrem Abi’nin spor sevgisi bulaşıcıymış; bir noktadan sonra Adana’nın en ücra köşelerinde bile insanlar yüzme yarışlarını takip etmeye başlamışlar.
O sulama kanallarını birer yüzme havuzuna dönüştürmüş Muharrem Abi. Gerek kendileri, gerekse yetenekleri ölmesin diye o çocukları kanallardan çıkarmış; sporcu yetiştirme bilinciyle onları şampiyonlar haline getirmiş. Manş’ı geçen Erdal Acet’e hocalık yapmış. Su topunda 22 yılda sadece bir kez mağlup olan; 17 yıl üst üste şampiyonluk yaşayan “Yenilmez Armada”nın kaptanlığını yaparken, rakipler mağlubiyetlerine isyan ettiğinde “bir kez daha oynayacağız” diyecek kadar kendine güvenirmiş.

Spora ve insanlara olan sevgisi bazen öyle bir noktaya ulaşmış ki hayatının belki en acı kısımlarında da bu sevgi rol oynamış. Yüzmeye sevdalı olan kardeşi Mecit, zatürreden dolayı yatalak kalmış. Sezon açılışına katılmak için İstanbul’dan Adana’ya giden uçağa yetişmek isterken taksinin kaza yapması sonucu oğlu Hakan’ı daha 13 yaşında kaybetmiş. Ama bunları hep içine atmış, aklında varsa yoksa Demirspor ve o Adana sevgisi. 1990’larda ise önce, kendisini her branşta dimdik ayakta tutan bacaklarını şeker hastalığı yüzünden kaybetmiş; 24 Ağustos 1995’te ise hayatını… Hulusi Kılıç, Adana Futbolu kitabında şöyle yazmış:“Bu karizmatik önderin ölümüyle Adana Demirspor’un son süper lig macerası akabinde çöküşe geçmesinin aynı tarihe rastlamasının tesadüf olmadığına inananlardanım.” Gerçekten de o tarihten sonra Demirspor hep zorlu günler geçirmiş; ışığa en çok yaklaştığı anlar ise onun izinden gidebildiği, mirasını yaşatmaya çalıştığı anlar olmuş.

Bu satırların sahibi olan çocuk, Muharrem Abi’yı yıllar sonra tanıyabildi. Peki ya Adana onu ne zaman yeniden hatırlayacak?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder