24.08.2012 BİRGÜN GAZETESİNDEN ADANA DEMİRSPOR VE İŞÇİLER ÜZERİNE BİR YAZI...
Yıl 2012 aylardan Ağustos… Türkiye’nin “süper”
olarak nitelendirilen liginin başlamasından bir
gün önce Adana’da bir futbol maçı… Aylardır
direnişlerini sürdüren TEDAŞ işçileri kendilerini
tecrit etmeye yönelik polis barikatlarının
arasında top kovalıyorlar. Önce polise maç teklif
edip ‘Biz kazanırsak barikatları kaldırın, siz
kazanırsanız barikatlar dursun’ diyorlar.
Mağlubiyetten korkan polisler gelmeyince de
kendi aralarında oynuyorlar. Polisin hükmen
mağlup olduğu koşullarda oynanan gazozuna
maçı dostluk kazanmış. En önemlisi de futbol,
polisin marjinalleştirme hamlesine karşı sınıfın
bir direniş aracı oluyor.
Adana’da bu maçtan bir ay önce de bir
“futbol direnişi” vardı.
Yıl 2012 aylardan Temmuz. Yine sıcak bir yaz
günü Adana sokakları hareketli. AKP’nin valisi
Hüseyin Avni Coş’un biricik Adana
Demirspor’larında yaptığı darbeye karşı
ayaktalar. Demirspor’un tribün grubu
“Şimşekler”in “Taşeron yönetim istemiyoruz”
diye yaptığı çağrıyla binler sokaklara çıkıyor.
Belediye binasının önündeki polis saldırısına
rağmen sloganlar kesilmiyor: “Direne direne
kazanacağız.” Ellerinde bir Adana Demirspor
taraftarı olan Yılmaz Güney’in resimleri var. AKP-
MHP koalisyonuyla takımın yönetiminin ele
geçirilmesi karşısında mesajları açık: “Biz halkın
takımıyız”, “Halk sokaklara iniyor”, “Haramilerin
saltanatını yıkacağız”, “Halk takımı için
savaşıyor”, “Yiğitseniz uslandırın bizi” ve en
önemlisi de “Yazmaz tarih kitapları, baş
eğdiğimizi zulmün önünde.”
Gerçekten de tarih kitapları Demirspor’un adını
ve ruhunu aldığı demiryollarındaki kararlı
direnişleri yazar.
Bir sınıfın görkemli doğuşu
Yıl 1927… Adana’nın yine sıcak bir yaz gününde,
ücretlerini alamayan ve ağır çalışma koşullarına
isyan eden demiryolu işçileri greve çıkıyorlar.
Grevin lideri Komünist Partili Alaaddin, işçilere
şöyle seslenir: “Hakkımızı zorla almaya
çalışmalıyız. Çünkü hak denilen şey hiçbir zaman
verilmez, daima alınır. Biz de sebatımızla
alacağız” (1) 1925 yılında çıkan Takrir-i Sükun
kanunuyla verilen sessizlik emrini dinlemez
işçiler. “Ana yurdun dört baştan demir ağlarla
örüldüğü” ama kimin ördüğünün söylenmediği
yıllarda onlar işçi sınıfının varlığını hatırlatırlar.
Yeni rejimin mitlerinde “sınıfsız-imtiyazsız bir
kitle” olarak “Türk milleti”nin, işçisi, patronu,
bürokratı, siyasi eliti, el birliğiyle demiryollarını
ördüğü söylenir. Oysa o demiryollarını dört
baştan örenler için hayat, coşkulu marşlardaki
gibi yaşanmaz. Hayatta kalmak için “zor” gerekir,
“almak” gerekir, “sebat” gerekir, “direnmek”
gerekir.
Onlar bunu Cumhuriyet öncesinde öğrenmişti.
Kapitalist gelişmeyle beraber Osmanlı’nın son
yıllarında yükselen işçi sınıfı mücadelelerinin
önemli bir bölümü demiryollarında başlamıştı.
1800’lü yılların sonlarında Osmanlı demiryolu
hattında çalışmak üzere gelen İtalyan işçiler
sadece bu işin bilgisini, tekniğini değil, direnmeye
ve örgütlenmeye dair deneyimlerini de
getirmişlerdi. Bu işçiler Anadolu işçi sınıfına
sadece demiryolu döşemeyi değil grevi ve
sendikayı da öğrettiler. Bu gelişmeler o kadar
endişe uyandırmıştı ki padişah işçileri
örgütlenmelerden uzak tutmak için fermanlar
çıkarmış, 1908’de demiryolu direnişlerinin çığ
gibi büyümesinin ardından çıkarılan “Tatil-i Eşgal
Kanunu” ile sendikalaşma ve grev yasaklanmıştı.
Demiryolcuların bu direniş geleneği Cumhuriyete
de taşınmış, yeni rejimin karşılaştığı ilk işçi
direnişlerinden biri, 19 Kasım 1923’te başlayan
Şark Şimendiferleri grevi olmuştu.
İşte gelenek 1927 Adana demiryolu grevinde
yeniden hayat bulmuştu. Tren taşımacılığının
tamamen durduğu grevde, hattın sahibi Fransız
şirketinin arkasına polisi ve askeri alarak hattı
işletmeye çalışması üzerine işçiler, eşleri ve
aileleri rayların üzerine oturarak seferleri
engellemişti. En önemlisi de farklı statülerde
çalışan işçiler, kendi birliklerini sağlayarak,
memuruyla, işçisiyle, geçici işçisiyle hep birlikte
direnmişlerdi. (2) Grevin bir diğer önemli yönü
bir halk direnişine dönüşmesiydi. Askerlerin
işçilere ve ailelerine kurşun sıkarak, çok sayıda
kişiyi tutuklayarak bastırmaya çalıştığı greve
Adana halkı da destek vermişti.
Bir klübün doğuşu
Bu grev Cumhuriyetin modernizm projesinin,
kapitalist modernitenin arızalarının tamamını
bünyesinde taşıdığını gösterdi. Bu projede işçi
sınıfının tarihsel bir özne olarak var oluşu dışında
her şey hesaplanmış görünüyordu. Temel besin
maddesi olan şeker için şeker pancarı üretimi
ülkenin dört bir yanında desteklendi. Bu şeker
pancarlarının işleneceği şeker fabrikaları kuruldu.
Benzer şeyler buğday ve un için de geçerliydi.
Giyim için pamuk tarlalarının yakınlarında
pamuklu dokuma fabrikaları yükseldi. Ve bu
kalkınma hamlesini bütünleyen demiryolları
kuruldu.
Bu modernizm projesinin olmazsa olmazı bu
maddi gelişmenin ideolojik/kültürel
tamamlayıcılığına duyulan ihtiyaçtı. Mevcut
düzenin “sağlam kafaları ve sağlam vücutları”
için Halkevleri, Köy Enstitüleri ve nihayet spor
kulüpleri kuruldu. 1940’lı yıllarda ülkenin dört bir
yanında, şeker ve dokuma fabrikalarının
faaliyette olduğu en ücra yerlerde bile
Şekerspor’lar, Sümerspor’lar boy göstermeye
başladı. Ve tabii ki Demirspor’lar… Özellikle
İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla “sağlam
vücutlar” yaratma ihtiyacının artması, spora dair
hamleleri arttırdı. Yasal bir düzenlemeyle
500’den fazla işçi ve memur çalıştıran kurumlara
spor kulübü kurma zorunluluğu getirildi. O
kulüplerden biri mavi-lacivert renkleriyle, bugün
uğrunda halkın sokaklara indiği Adana
Demirspor’du.
Yükseliş ve kriz
Ülkenin dört bir yanında kurulan kamu iktisadi
teşekküllerine (KİT) ait kulüpler, sporun çeşitli
branşlarında çok önemli isimler yetiştirdi. Daha
da önemlisi kimileri o fabrikanın işçilerinin, hatta
o kentin takımı oldular. Ancak direnişlerle
kendini bir sınıf olarak var eden demiryolu
işçilerinin bulunduğu Adana’nın
Demirspor’undaki işçi etkisi diğer kulüplere
nazaran çok daha belirgindir. Adana Demirspor
“gecekondu ve amele taifesinin takımı”dır.(3)
1940’ta kurulan ve mavi-lacivert formasıyla
bölgesel ligde mücadele eden Adana Demirspor
1960’da, üç büyük ilin dışından en üst lige
yükselen ilk takım oldu.
Gel zaman git zaman, sermaye birikiminin
ihtiyaçları değişti. Sermayenin “süt annesi”
olarak gündeme gelen devletçi sanayileşmeye
ihtiyacın ortadan kalktığı günler geldi. 1970’lerin
sonlarında ve özellikle de 1980’lerde KİT’ler
yıkıma terk edilince bu kulüplerin de yıldızı
sönmeye başladı. Adana Demirspor ise bu
sürecin çok öncesinde, 1960’ların sonlarında
kurum ile bağını keserek bu krizi erken yaşamıştı.
Zira 1940’ların ortalarından itibaren karayolu
taşımacılığını önceleyen ulaşım politikaları
demiryollarına olan desteğin azalmasına neden
olmuş, bu da kulübü olumsuz etkilemişti. Bu
erken kopuş nedeniyle neoliberal dönemde
Adana Demirspor’un krizi, bağlı bulunduğu KİT’in
değil, içinde bulunduğu bölgenin krizi olarak
yaşandı. Özellikle 1980 sonrası, tarım
politikalarında yaşanan değişim ile Çukurova’nın
düşen “cazibesi” kulübü etkiledi. 1994-1995
sezonunda tarihinin en kötü 1. Lig performansını
gösterip küme düşen Adana Demirspor, 2000’li
yıllarda krizinin doruğa çıkmasıyla kapanma
noktasına geldi. Ancak halkın sahip çıkmasıyla
yeniden doğrulan Adana Demirspor, bu sene bir
üst lige çıkarak tam 17 yıl sonra yeniden süper
lige yükselmek için mücadele etme hakkı
kazandı.
Ve direniş…
Adana Demirspor’un süper lig kapısına
dayanması birilerini fazlasıyla heveslendirmiş
görünüyor. Valisi ve Belediye Başkanı’yla
Adana’nın muktedirleri, yıllardır en kötü
günlerinde takımına sahip çıkanların iradesini
yok sayarak kulübü ele geçirmeye çalışıyor.
1927’de de işçi sınıfı yok sayılarak projeler
üretiliyordu, bugün de... Ancak tarihsel hafıza
kolay silinmiyor ve bu sürecin içsel çelişkileri
projede durduğu gibi durmuyor. 1927’de de
durmadı, bugün de durmuyor.
Nereden mi belli? Sokaklara dökülen o
Demirsporlular arasında kimleri gördük. Kentsel
dönüşüme direnen mahallelerden yoksulları,
aylardır direnişte olan TEDAŞ işçilerini, her daim
yok sayılan bir diğer kesim Kürtleri gördük.
Adana Demirspor’un üç yıl önce dostluk maçı
yaptığı, İtalya’nın işçi sınıfı takımı Livorno ile
dostluğunun yüz yıllık temellerini, İtalyan
işçileriyle kol kola yürütülen direnişin izlerini
gördük. “Seyirci değil taraftarız” sloganında,
demiryolu işçilerinin direnişlerle özneleşmesinin
özgüvenini hissettik. 1927 grevinin önderi
Alaaddin’in “hak denilen şey hiçbir zaman
verilmez, daima alınır” diyen sesini şu
tezahüratta bir kez daha duyduk:
“Sahipsizdik grev yaptık en zor günde yalnız
kaldık,
Ama yine de bir gün olsun davamızı bırakmadık,
Ama yine de bir gün olsun Şimşek'imi
bırakmadık!”
Önemli bir bölümü Adana Demirsporlu olan
Enerji-Sen işçilerinin “maçı” sürerken, Süper Lig
başlıyor. Hangisi daha heyecan verici?
Umar Karatepe/BirGün
Odatv.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder