Sayfalar

12 Ağustos 2013 Pazartesi

Anavarza'da çakan mavi şimşek

Aşağıdaki yazı 2008 yılında yazılmştır...
Trabzonspor ile oynadığımız Türkiye Kupasının ardından İbrahim Altınsay'ın Radikal Gazetesinde yazdığı yazıdır...


Geçen hafta Adana 5 Ocak Stadı'nda olmayı çok isterdim. 
Adanademirspor'un Trabzon'la oynadığı Türkiye Kupası maçını televizyondan izlemekle yetindim ne yazık ki... Gözüm hep tribünlerdeydi. Fazla söze gerek yok. Bir kent halkının takımıyla dolaysız ilişkisinin, takımıyla gönenmesinin en çoşkulu örneğini gördüm. Daha önce 'Anavarza' gibi fanzinleri okumuştum. Demek ki o sayfalardaki heyecan boşuna değilmiş. (Bu arada, anavarza.org sitesi çalışmıyor, haber vereyim). 
O maçtaki atmosferi görünce insan bir kez daha anlıyor. Şampiyonluk, Süper Lig, transfer, mransfer... Bunlar geçici şeyler. Olmasa ölmezsiniz. Yeter ki taraftarınız stat önündeki tezgâhlardan kebabını yesin, tribüne erkenden yerleşsin, heyecanla takımın sahaya çıkmasını bek-
lesin... Asıl olan kitle temeliniz, halkla nasıl iç içe geçtiğiniz. Ve bu ilişkinin efsanelerle örülü tarihi... Yeter ki bu cevher sönmesin. 
Tanıl Bora geçenlerde Zonguldakspor üzerine ufuk açan bir yazı yazmıştı. 'Tersane işçilerinin takımı Liverpool küresel futbola nasıl uyum sağlayacak' sorunsalıyla bitirmişti yazıyı... Artık ondan, demiryolu işçilerinin müessese kulübü olarak ortaya çıkmış ama zamanla halk takımına dönüşmüş Adanademir üzerine bir monografi beklemek hakkımız sanırım. Bir de Adanaspor tarzıyla karşılaştırırsa, Göztepe gibi arada kalarak eriyen kulüplere ve bu kulüplerin taraftarlarına ışık tutabilir.
Taraftarın başını bağla!
Adanademirspor-Trabzon maçında bir ara iki takım futbolcuları taç çizgisinda dalaştı, sonra da Trabzonlu oyuncu sahaya atılmış bir bıçağı hakeme verdi... Büyük olasılıkla Adanademir'e ceza gelecek ve o güzelim seyirci atmosferi gölgelenecek... Maç Süper Lig'de oynansaydı ve iddialı bir karşılaşma olsaydı medya bu olayı ne biçim diline dolardı değil mi? Futbolun muktedirleri ibret-i âlem için en ağır cezayı bastırıverirdi. Bıçağı atan belirlenip futboldan tecrit edileceğine, çocuğuyla, kadınıyla bütün Adanademir seyircisi, Adana halkı cezalandırılır, stat dışına mahkûm edilirdi. Üstelik futbolun tepelerindekiler en sert demeçleri vermekte birbiriyle yarışır, anonim bir 'terörist seyirci' kavramı yaratarak futbolla ilgilenenleri bu oyundan soğutur, ilgilenmeyenleri futbola düşman hale getirirdi.
Tekil olaylara bakıp toptan bütün seyirciyi cezalandırmayı ilkel ve beceriksiz güvenlik anlayışımıza verebilirsiniz. Sopayla terbiye etme biçimindeki tarihi meziyetimize bağlayabilirsiniz. Ben o kadar iyi niyetli olamayacağım. Seyirci ve taraftar düşmanlığı (ya da beceriksiz yöneticilerde görülen taraftar 'korkusu') totaliter devletin ve iktidarın doğal bir davranışı bence. Siz ümmet devletini totaliter devletle birleştirmişsiniz. Tek ve tartışılmaz düşünce ve davranış kalıplarını topluma tepeden inme giydirmeye çalışıyorsunuz. Bunları tartışanları 141, 142, 301 gibi yasaklarla bezdiriyorsunuz, yazılı olmayan yasalarla linç ettiriyor, kestiriyor, işkenceye atıyor ya da vurduruyorsunuz. 
Statta futbolcuya saldıranı, sahaya bıçak atanı, kablo keseni, kameraman döveni bulamıyor ama ilk fırsatta toptan seyirciyi cezalandırabiliyorsunuz. Deplasmana bir avuç taraftarın gitmesine izin vererek maçları savaşa çeviriyorsunuz. Maçları kış ortasında -20 derecelerde bile gece oynatarak seyirciye işkence yapıyorsunuz. Polis copu altında stada girmek zaten olağan bir durum olmuş. Neden? Çünkü futbolsever rahatça ve zevkle stada gelirse kendi başına hareket eder, taraftar bir araya gelir, daha fazlasını ister, insanca maç izleme koşulları talep eder, kulübünü ve sistemi sorgular diye.
'Ağbi'ler
İktidarların futbola ilgisi sizi sakın şaşırtmasın. Kimi zaman devlet mengeneyi iyice sıkıyor. Futbolun ve kulüpçülüğün bir 'bela' olarak görüldüğü, aşağılık bir meşgale sayıldığı tek parti dönemindeki gibi örneğin. Kimi zaman da gevşetiyor. İane ve ihsanlarla kulüplerin iktidar kapısına kul edildiği, bir yandan da uzaktan kumandalı belediye ve bakan kulüplerine 'yürü ya takımım' dendiği bugünkü ortam gibi. 
Kulüp yönetimleri tribün üzerindeki kontrollerini bedava bilet ve ayrıcalıklar sağlayarak yarattıkları unsurlarla kurmaya çalışıyorlar. Tribünün kendi öz denetiminden korkuyorlar. Tribün olaylarının, taşkınlıklarının tek tek peşine düşüldüğünde bunların sıradan seyirciden değil, tribün 'ağbi'lerinden kaynaklandığını görebilirsiniz. Bu olayların neden gereğince kovuşturulup cezalandırılmadığını da.
Ürettiği ile değil harcadığıyla övünen 'lumpen burjuvazi' kulüplerin başına çöreklenmiş. Çalışmadan kazanmaya bakan, ötekine saldırarak kimlik bulmaya çalışan 'lumpen proleterya'ya gaz vererek ayakta kalmaya çalışıyor. Gerçek taraftarın ve taraftarlığın karşı karşıya olduğu en büyük tehdit bu.
Genelden ve dışarıdan bakıldığında, Türk-Sünni ideolojisinin yeniden üretildiği, rakip takım bahanesiyle kitlelerin 'farklı olan' herkese, her 
inanca ve fikre karşı kışkırtıldığı alanlarından biri oldu tribünler. Disiplin yönetmeliğinde 'ırkçılık' en büyük suç sayılmasına karşın Diyarbakırspor 'PKK dışarı' sloganlarıyla karşılanıyordu deplasmanlarda. Elazığ'da ve Trabzon'da Ermenileri aşağılayan sloganlara ses çıkarılmadı. Eğer rakip takıma bir düşmanlık varsa, örneğin Bursa'daki Beşiktaş maçlarında olduğu gibi, tribünler tekbirden inliyor, kurban kesilirmiş gibi salavat getiriyor. Pek dillendirilmiyor ama Sivaslı Balili'nin dini yüzünden çekmediği kalmıyor.
Tehcirlerden sürgünlere, Maraş katliamından Madımak Oteli'ne, 'Kanlı Pazar'dan Malatya cinayetlerine, 6-7 Eylül'lerden linç girişimlerine, töre cinayetlerinden yılbaşı gecesi turistlere saldırıya, 18 yaş altı katillere kadar farklı olana karşı her türlü şiddeti hak görme, böyle yaparak kimlik kazanma var. Yoksullukları ve yoksunlukları kullanılarak kışkırtılan insanlar, gençler var.
Ve babalar
İktidar Kürtlerin kendi dillerinde eğitim talebinden yan çizmek için "Lazlar, Çerkezler de isterse ne olacak?" diyordu geçenlerde. Cevap aslında basit: "İsterlerse vereceksin". Yani mesele istemekte... Her hafta takımlarının peşinde statlara giden ya da artık gitmekten vazgeçen taraftarlar... Kendi aralarında, internet forumlarında, tribünde futbolu severek tartışan futbolseverler... Futbolun canı onlar. Üzerlerine vurulan 'terörist' damgasını yine onlar silecek. İnsanca, özgür ve demokratik bir futbol ortamı isteyecek. Bunun için mücadele edecek. Rakiplerden önce kendi kulübüne yöneltecek oklarını...
Belki aslı yoktu ama Hrant Dink öldürüldüğünde ona saygı sunan bir pankartla sahaya çıkmak istemişti Adanademirspor... Özgürlük ve demokrasi için ölümü göze almış bir aydına saygı sunmak istemişlerdi... Bir yıldır Hrank Dink'in sevgili eşi Rakel'in sözleri kulaklarımda çınlayıp duruyor: "Bir bebekten nasıl bir katil yarattık"... Bu sözler çınladıkça devlet ve iktidar babaları aklıma geliyor; kızlarına dünyayı zindan 
eden aile babaları, mafya babaları, medya babaları, futbol babaları...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder